Zamanın ölümcül bir niteliği olduğunun bilincine varmaya çalışmakta olup, bu niteliğin varolduğu yaşamda, ölümü erkencilleştiren tüm hareketlere karşı bir duruş sergileme çabasındadır. Yetmiyormuş gibi bir de sözün serüvenine kaptırmıştır kendini.
1969 Ankara doğumlu Ömer Gençer, tüm ürünlerini ‘yersizyurtsuz’larda ele vermiştir.
Eserlerinden…
bilinmeyen tarihler
tüm mizanları yırttım, artık aklım kara
tüm günahları affettim artık, yatağım ıslak
ve gülüşmelerimiz kaydı, artık tüm hatalarım o
sen kaldın bir yaprak artık, gözüm değdi yok oldun
daha gencim ve görkem ve tutku ve alım…
gelmişiz bir sağanağın altına yeniyiz, yıkanmışız, saydamız
o kalmış bir soluk, varlığım kalmış bir yel
karagözlü gece kalmış, sonradan sahiplendiğim
belkiyi kullanmıyorum artık, artık var elimde bileytaşından
henüz dans etmedim, henüz yüreğim vuruyor, henüz…
neden kar yağmıyor şimdi, neden üşüyorum tir tir
neden odam kapkara yanıyor, fesleğenim kokusuz
balığım hala suçsuz, tasma takmış geziyorlar
hayret ki yine gün ağarıyor, hep bir neden var olup bitene
benim şimdi, biraz sen, belki biraz da deniztaşı oldum
pürüzsüz
körebe
yükseliyor günler bir ah bile yazıktır artık
imgesidir onların yüzüne bulaşmış iğretiler
ve tütsülenmiştir, sırıtan süslü ambalajında
ey! zamanın boşluğunda gezinen kör dilenci
orada bekliyor seni izdüşümün ve
hiç dokunmamış bir el
sür. yoksa doğumun sancılanacak
güncelerimizde
unutacağız böylesine kesin bir yaşamı.
ölüm ve ayrılık kuşakları
izimiz silindi şimdi
koskoca bir yazıydı alınlarda
“şer ve söz adına”
katli vacip’tir duvarların artık, sınırların
nedensizdik bugün ve sonluca karanlıklarda
yaz ve unut evetleri
bir daha hiç bitmeyecek gibi
bırak gün doğusunda kalsın çerçeven
bırak tüm zamanların tarihini düşüneyim
süreç
… yapmadı. öykünmesiz ve yabancı kalacağız diye
geceyle yoksaymaktaydık teker teker tüm adları
zararlı şeylerden türedi neslimiz
biraz üstümüzdeydi sayılar, çuvallara doldurdular
biçimden evrilirken biz
az ötede iki dağ, göz açıp kapayıncaya
dönüştü kendinden ve kopkoyu parçacıklara
uyandırdık içimize sinmiş tüm melekleri
… yaşanılmaz. tiktaklar kafamızda notalanıyordu
usulca kaldırdık bulutu gözlerimize üşüştü resimler
anımsamanın adı unutmak olduğundan bu yana
serseri bir gezgin binerdi tepemize, konuşurduk
sezgilerimizin arasına gizlediğimiz bir sevgi vardı
yüreğimizden bir parça daha koyardık her
dokunuşumuzda
masallardan yapraklar çevirirdik ölesiye
… olmamak. dokunulmazlığı vardı her öykünün
bilinmezdi her dize sır gibi çıkardı sokaklara
bakarken hızlanıyordu sözcüklerin üremesi
ışıkla aynı hızda koşarken bulaşıyordu üzerimize gün
tırnaklarımızın arasında yetiştirdiğimiz
sarmaşıklardı azığımız
ve gece sokakta kalmış yankıydı yasaksızlığı olmayan
bir güzellik unutturup vermedi bir daha
bekledik/gelmediler/güleçyüzlü bir yolculuğa
çıkacaktık oysa…
akarsuda kaç taş kalmıştır yerini değiştirmeden – 4
toy göçkün
bir bahçe kurtlanmış süslü güllerin yanında dimdik duran eğreti otlarının yuvası,
rüzgar döküp geçer yaprakları, belini büker eğreti otlarının doğru orantıda
sis, değiştirmeden, kendini yineleyen bunaltı,
yolunu yitirmişlere anlamsız, yolunda gidenlerin yitirme kaygısı
fener, ışıltılı bir gülüş gözlerimi kaçırdığım denize doğru,
alkolün armağan paketi, her bakışında gözlerimde yansıyan
dingin kutlu bir geçmişlik, pörtleyen bir gelecek
salıncakta bir ileri bir geri yellendirdiğim kendimi
erken, bir ömrün rengini atamak için
bir düşteymişim de sıcakmış gibi bir renk
olsa olsa birazdan
bir gürültü vızıldayıp uçar içimden
biraz daha tut terketmeden önce
kalsın biraz daha ellerin
sonra bir tüy
incitmeden seni
gözyaşı
ağırlığıyla
düşsüz
gel
u
ç
Kaynak: www.yersizyurtsuz.com
